Ayfer TUNÇ’la tanışmam Dünya Ağrısı kitabıyla oldu. Gayet yalın, anlaşılır, yormayan bir dili var. Romanın ana konusu ise babasının istediği gibi biri olamayan bir oğulun(Mürşit) , kendi istediği gibi biri de olamayınca yaşadığı içsel kaoslar, yıpranışlar, boşvermişlikler diyebiliriz. Babasının ona yaptığını oğluna yapmak istemeyen Mürşit, farkında olmadan babasının kendine yaptığını oğluna yapar ve onu mutsuz eder. İradesi dışında, hayat şartlarından dolayı üniversite hayatını bırakmak zorunda kalan ve farkında olmadan kendini bir aile babası ve bir otel işletmecisi olarak bulan Mürşit, kitabın arka kapağında yazdığı gibi, hayatı yolcu olarak yaşamak isterken, baba mirası otelde hancılık yapmaya başlar.O günden sonra hayatın tadı tuzu kalmaz onun için ve bir daha toparlanamaz, normal bir insan gibi olamaz, boşvermişlik iliklerine kadar işler, hayatı sorgular durur ve yanıtını da bulamaz.Bu arada kendi gerçeklerinden kaçıp, otelin bulunduğu yerdeki madende çalışmaya gelen madenciyle yolları, otelde çakışır ve aralarında bir dostluk gelişir.Olay örgüsü özetle böyle romanda….
Konusu, benim açımdan gayet ilgi çekici olan roman maalesef beni içine alamadı.Cümleler o kadar kısa ve net ki cümlenin içine giremeden bitiveriyor.Cümlelerin derinliğinden ziyade, kısa ve aforizma yakalama çabası hissi uyandırdı bende.Elbette yer yer öyle de olabilir, kaldı ki bazen kısacık bir cümle ya da bir kelime çok şey anlatır, beni huzursuz eden bunun genele yayılmış olduğu hissiydi romanda…
Ayrıca Mürşit’in çektiği dünya ağrısına o kadar çok vurgu yapılmış ki,evet anlaşıldı, bu adam dünya ağrısı çekiyor diyorsunuz, halbuki yaşadıklarını, hissettiklerini yazsa ağrıyı bize bıraksaydı daha iyi olurdu bence.Yazar, okuyucuya birşey bırakmamış bu anlamda.Diğer bir çok konuda da öyle, yazarın kafasında söylemek istediği bir şey var ve direk onu söylemiş, bize bırakmamış.Arka planda yer alan bir çok hikayede de bu böyle.
Örnek vermem gerekirse alevilere bakış açısını yansıtmaya çalıştığı diyalog ve olaylarda o kadar net kullanmış ki kelimelerini, aynı şey Ermenilerle ilgili bölümde de, engellilerle ilgili bölümde de öyle, olay budur demek istemiş gibi geldi bana. Örneğin bir romanda göç okursunuz ve göç etmek zorunda kalan insanların dünyasına girer onların hislerine tanık olursunuz ama yazar size göç eden insanların çektikleri zorluklar şunlardır diye yaklaşırsa giremezsiniz o dünyaya, bilgi gibi kalır anlatılanlar, onun gibi bir şey anlatmak istediğim.
İlave olarak bahsettiğim bölümlerin, kitabın içine oturtulduğu çok belli oluyor, yani bütünlüğün içinde karşınıza çıkmıyor, yerleştirilmiş hissi uyandırıyor.
Dünya ağrısı bende, konu olarak güzel bir roman, anlatım tarzı olarak yavan bir tat bıraktı diyebilirim…