İhsan Oktay Anar’ın okuduğum ilk kitabı Suskunlar. Daha önce Puslu Kıtalar Atlası’na başlamayı iki kere denemiş ama 50’li sayfalardan sonrasına gidememiştim. Bir İhsan Oktay Anar kitabı okumak istediğim için şansımı bir de Suskunlar’da deneyeyim dedim ve keyifli bir giriş yaptım kitaba, arada kullandığı esprili dil çok hoşuma gitti.Kitap Osmanlı zamanında geçiyor ve dolayısıyla kitabın diline biraz eski kelimeler hakim ama sizi çok zorlayacak bir dil değil, cümlenin gelişinden anlamı çıkarabiliyorsunuz.
Kitap keyifle okumaya başladım ama bir yerden sonra konu o kadar çok dağıldı ki, karakterler için, bu da kim ve hikayeyle bağlantısı ne diye düşünmeye başladım. Bazı romanlarda konuyla direk ilgisi olmayan karakterler vardır evet ama o karakteri, yazarın romana dahil etmesini anlayabilirsiniz. Suskunlar’da bunu tam anlayamadım açıkçası ve bu beni biraz koparttı kitaptan ve herhalde böyle dağınık bitecek diye düşünmeye başlamışken kitabın sonunda karakterleri bir bir toparladı ve konuyu bağladı İhsan Oktay Anar. Bu anlamda gayet yaratıcı bir roman.
Kitapta bolca musikiyle uğraşan karakter okuyacak, müziğin, notaların ruhumuzda yansımasını bulacaksınız. Tıpkı şu sözler gibi:
‘Belki de ancak anlatılacak hiçbir şey kalmayınca şarkı söylenebilirdi.Her musiki sesin değil de aslında sessizliğin bir taklidi, musiki sessizliğe ne kadar yakınsa o kadar da mükemmel olur,sessizlik te bir perdedir,sessizliği işitebilirsin, ‘es’ bile bu perdeye kıyasla ‘ses’’tir.
Hala sessizlik perdesinin ‘es’in yanında ses olmasını düşünüyorum desem yalan olmaz.
Musikiyle (romanın geçtiği tarihlerden dolayı özellikle musiki, müzik değil) ilgili oldukça teknik terimler var ve bunları yazmak için müzikle uğraşmış olmalı yazar diye düşündüm. Müzikle ilgili bir araştırma yapıp bu şekilde romana dökebilmesi bana biraz uzak geldi açıkçası, kesin musikiyle 🙂 uğraşmış olmalı dedim.
Açıkçası sonlara doğru konu dağıldı için kitaptan biraz koptuğumdan derinlemesine inemedim satırların arasına ama genel olarak dine tasavvufi bir bakış açısıyla eğildiğini ve musikiyi de bunun için bir araç olarak kullandığı duygusu oluştu bende. Geleneksel din anlayışına da esprili bir dille yaklaşıp, sanki dinler tarihinde ritüellere işin özünden daha fazla kıymet verildiğini anlatmaya çalışmış İhsan Oktay Anar.
Satırların arasına daha derin inebilmek için kitabı bitirince yarıdan sonrasını tekrar okuma duygusu oluştu bende.Bir de kitabın isminin neden Suskunlar olduğunu tam olarak çözemedim desem yalan olmaz.Kitabın arka kapağında ‘Sayfalar tükenip bittiğinde, kim bilir, belki de suskunlardan biri olacaksınız’ yazıyor.Bununla neyi kastettiğini tam kavrayamadım, acaba tasavvufilerden mi bahsediyor ya da kitapta yazdığı gibi belki de susmak, gerçeği anlatmanın tek yolu olduğu için mi?
azarın diğer romanları gibi, Suskunlar da, okurundan özel bir çaba, belli bir birikim, bilgi; hatta araştırma istiyor. O hâlde yapılması gereken açık: Bu sıkı örgüyü çözmeye çalışmak; metinlerarası ilişkileri, dinsel, tarihsel ya da tasavvufi göndermeleri saptayarak metnin derin/ metaforik yapısına inmek. Ancak başta da belirtildiği gibi Suskunlar yalnızca öz bakımından değil, anlatım ve kurgulama tekniği bakımından da sıkı.Romanın adının neden Suskunlar olduğunu… Mevlevî dervişlerinin, şeyhlerinin öldükten sonra gömüldükleri mezarlığa “Hâmûşhâne” ya da “Hâmûşân” deniyor. Yani “Suskunlar Evi”.
Ayrıca Suskunlar 2007 Kasım ayında “Oğuz Atay “ roman ödülünü de aldığını da belirtelim.
BeğenBeğen