He yoo Dullar Kasabasından geliyorum arkadaşlar ve oldukça keyifli bir yolculuk geçirdim 350 sayfa boyunca. Kasabada uzun bir süre kaldım, çoğunluğunu kadınların oluşturduğu bir kasabaydı bulunduğum yer. Kasabanın erkeklerini, hükümete karşı ayaklanan komünist bir gerilla grubu, kendilerine katmak üzere götürüyor ve kasaba erkeksiz kalıyor. Baskın sırasında kasabada olmayan ya da olup ta kadın kılığına giren birileri dışında hiçbir erkek kalmıyor. Gerçi rahip de kalıyor tabi, onu alıp götürmüyorlar. İlk başlarda bir kaos oluyor kasabada, yeniden bir düzen getirebilmek için bir belediye başkanı seçiyorlar. Kasabada başlayan düzensizlik, zaman içinde değişe değişe, kasabayı basan gerillaların hayal bile edemeyeceği ütopik bir düzene dönüşüyor.
Kasaba idaresinde, üretim amaçlarının ortak kullanıldığı, hiçbir şekilde sınıf kavramının, özel mülkiyetin olmadığı bir sistem uyguladı kadınlar. Bunu böyle yapalım diye yapmadılar, zaman içinde doğal akışında mecburiyetlerden doğan bir sistemdi bu ve farkında olmadan komünizm getirdiler kasabaya.
Bu süre içinde kasabadaki bireylerin, cinsel kimliklerini keşif yolculuğuna da şahit oldum. Toplumsal bir yönlendirme olmadan tamamen kendi keşifleriyle aldıkları yolda zaman zaman kendi sansürlerine maruz kaldılar ama en nihayetinde özgürce ifade ettiler cinsel kimliklerini ve bu anlamdaki ilişkilerini.
Din, tanrı ve din adamı kavramlarının sorgulamasını ve hayatın olağan akışı içinde bir din adamının kendilerine lazım olup olmadıklarını sorguladıklarını gördüm. Hiçbir şartta kimsenin dokunamadığı ayrıcalıklı insan grubunda olan din adamlarına ihtiyaçları olmadığını fark ettiler ve zaman içerisinde tanrısıyla iletişime geçmek isteyenler arada kimse olmadan kendileri yaşadılar tanrı-insan ilişkisini, kimisi de tanrıya ihtiyacı olmadığın fark etti süreç içinde.
Zaman ve takvim kavramlarını bile kendileri yeniden dizayn ettiler ve tüm bunlar olurken doğayla uyum içerisinde oldu ne olduysa. Doğa da sanki yaşayan bir bireydi onlar için.
Yani ipucu vermemek adına sorguladıkları ve yaptıkları her şeyi söylemiyorum tabi ki ama şunu söyleyeyim şu an yaşadığımız ve sermayenin devamlılığını sağlamak adına yapılan çoğu şeyin sorgulaması var kitapta.
Arka planda da o kadar şey var ki, seçim sistemi, demokrasilerde sandığın anlamı, birlikte yaşayan insanların yönetime doğrudan dahil olması, karar mekanizmasının içinde yer alması gibi.
Zaman zaman gerillaların, milislerin ya da ulusal ordu üyelerinin hayatına da uğramış yazar ve bu duraklarda savaşın bireysel yansımalarını göstermiş.
Ve James Canon, tüm bunları öyle güzel işlemiş ki kalemiyle, hiçbir şekilde didaktik bir kalemi yok Jame Canon’un. Riskli konulara el atmış, özellikle cinsel kimlik keşfinde ama bu budur dememiş hiç, yorumu okuyucuya bırakmış her konuda olduğu gibi ve bu çok güzel bir tarz bence.
Komünist ideal de bir romanda ancak bu kadar güzel anlatılabilir . Roman aslına bakarsanız gayet politik, aslında toplumsal hayatın dizaynı tamamen politik değil midir?
Ha şunu da belirtmek isterim, Dullar Kasabası, Kolombiyada ve malum orada isimler en az üçlü oluyor. Mesela Don Jose Maria Belalcazar El Epedro gibi bir karakteri ilerleyen sayfalarda Maria ya da Belalcazar diye okuyunca bu kimdi diyebiliyorsunuz o yüzden karakterleri yazıp, not almakta fayda var. Ben öyle yapmadım ama yapsam daha iyi olacakmış
Velhasıl çok güzel bir yolculuk geçirdim Dullar Kasabasında ve bireylerin kişisel ve toplumsal dönüşümlerine şahit oldum, sizin de oralara uğramanızı kesinlikle tavsiye ederim.
Hakkında hiçbirşey bilmediğim bir yazarın, konusu hakkında hiçbir fikrim olmayan romanını bir anda elime tutuşturup bunu okumalısın diyen Derya’cığıma da çok teşekkür ederim ayrıca … 🙂