Hayatta şunu iyi yaparım, şu konuda iddialıyım dediğim bir şey yok galiba. Bir konunun, bir mesleğin, bir sanatın, bir enstrümanın en iyilerinden olmak isterdim belki ama değilim. Ama içimden bir sürü şey yapmak geçiyor ve kendime diyorum ki ‘Ayşe yapabileceğinin en iyisini yapmaya çalış, bu en iyi olmayabilir ama senin -en iyin- sonuçta’.Bize genelde herhangi bir konuda en iyi olmak öğütlenir, ya öyle bir konumuz, yeteneğimiz, bilincimiz, paramız, imkanımız vs yoksa, en iyisini yapamayacağız diye bir şey yapmayalım mı?
Ben, ilgim doğrultusunda hayattaki tatlardan birer kaşık almak istiyorum kendimce. Hepsinden, her lezzetten biraz biraz. Mesela bu bloğu açtım kendime, ne zamana kadar yazarım, ne yazarım bilmiyorum, belki bu son yazı olur belki başlangıç hiç önemli değil. Yazımı yazıp, kendi kişisel tarihime not düşüyorum, belki birkaç arkadaşım da okuyor, gelecek için bir planım, bir amacım yok, (ha gönül ister ki binlerce kişi okusun, o ayrı, o zaman a lal laaa derim yani) .Tabi ‘ay ne güzel yazmışsın’, ‘ben de aynısını hissettim’, ‘kız çok güldüm’ vs falan dediklerinde acayip keyif alıyorum.
Neyse konuyu sündürmeyeyim de ne yaptığımı anlatayım. Mükemmel bir saz heyetinin önünde, Türk Halk Müziği Konseri verdik ve ben ilk kez solist oldum( Ablanız solist oldu kız).Geçen yıl Belediye Konservatuarının bağlama bölümüne yazılmıştım, bu yıl ikinci yılım. Konservatuarın aynı zamanda koro bölümü var ve sağ olsun bağlama hocam koroya katılmam için teşvik etti. Sesim konusunda hiçbir zaman iddialı olmadım, ortam da daha önce hiç tanımadığım bir ortam, bildiğim kimse de yok. Rahat görüntümün arkasında yatan ürkek tavşandan da kimsenin haberi yok, yapamam dedim birkaç denemeden sonra.
Geçen sene öylece geçti ama nasıl geçti benim için sormayın.Herkes yapıyor ben neden yapamıyorum, tamam sesim üst düzey değil ama hiç değilse evde daha güzel söylüyorum, allam rezil oldum bugün, sana bir fırsat tanındı ve sen o fırsatı değerlendiremedin, kızım mücadele etmek, uğraşmak senin fıtratında yok, her şeyi yapmak zorunda değilsin Ayşe, tamam canım bu da kalsın…İşte bir sürü şey söyledim kendime.Kendi kendimi yedim bitirdim, bizim kızları da yedim bitirdim tabi, yok şöyle hissediyorum, yok böyle hissediyorum, yok neden böyle.
Bazen enstrümanın verdiği notadan türküye giremiyorum, bazen re’den girip la’dan çıkıyorum, bazen türküye geç giriyorum, bazen erken giriyorum, bazen sesimi çığırtkan buluyorum ve kötü geçen her denemeden sonra kendimi rezil hissediyorum, o kadar insanın önünde rezil oldun kızım diyorum. Çalışma haftada bir oluyor ama kötü geçen çalışma, haftanın ilk yarısını hayıflanarak ikinci yarısını ise bu haftaki çalışma nasıl olacak diye düşünerek geçirmeme sebep oluyor. Derken pes ediyorum, ‘hocam ben yapamayacağım’ diyor ve her hafta farklı sebeplerle çalışmaları ekip korodan ayrılıyorum.
Sene sonuna doğru hocam ‘tamam sana solo molo yok, koroda kadın sesine ihtiyaç var, korist olarak gel bir köşede dur bari’ diyor. Böylelikle geçen sene korist olarak ilk sahne deneyimimi yaşıyorum. Korist olmak ta oldukça keyifli bir işmiş, gerçi repertuarımızın 2/3’ü solo olunca korist olmak biraz eksik kalıyor sanki.
Kendime çok kızdım geçen sene, hocam bana güvenmiş, fırsat vermiş ama ben becerememiştim. Bir de koroda solo söyleyen arkadaşlara bakınca ‘e ben de söyleyebilirim bu kadar’ diye de içimden geçirmiyor değildim.
Neyse bu yıl başından itibaren düzenli olarak koro çalışmalarına katılmaya, o soloyu almaya, o sahneye çıkmaya ahdettim, aman ahdettim dediğime bakmayın tabi gene zaman zaman pes ettim.Bu arada türküm ‘Denize Dalmayınca’ allam yareppim iki yıldır aynı türküyü dinlemekten gına geldi.
Birkaç çalışmadan sonra galiba heyecanımı atmaya başlıyorum diye düşünmeye başlamışken, hocam ‘tamam sen oldun, heyecanını attın, notayı re’ye çekiyoruz, re’den söyleyeceksin’ diyor. Re dediği de bana göre pavarotti gibi söylemek falan. Yapamıyorum, notalar birbirine giriyor, re’den başlayıp, la’dan devam ediyorum mesela. Sesimin de hiç güzel çıktığını düşünmüyorum.
Peki diyor si’de anlaşalım, ne senin dediğin olsun, ne benim dediğim olsun, ortada buluşalım. Eh idare ediyorum, ta ki mikrofonlu provaya kadar. İlk mikrofonlu provada artık nasıl söylediysem hoca bana bir bakış atıyor ‘hayrola, ne yapıyorsun’ dercesine. Bilsem ne yaptığımı hocam, ben de bilmiyorum, ben bende değilem diyorum içimden. Birkaç deneme daha, yok, olmuyor, ama ne olmuyor anlamıyorum, sazlar diyor ki sazı duymuyorsun, evet duymuyorum, ben 6. notada türküye girmeye konsantreyim sadece. Denemeler sonuç vermeyince hoca ‘arkadaşımızın tabi ilk mikrofon denemesi, heyecanlı olması çok normal, bir moral alkışı lütfen’.Şak şak şak alkışlanıyorum ve yerime geçiyorum, hey allam nasıl olacak bu iş bilmiyorum ki.
Notayı si’ye almak ta sonuç vermeyince, çaresiz la’dan devam ediyoruz. Oh sonunda rahatladım, sesimi yormadan geniş geniş söylerim la’dan diyorum ve son provalar fena geçmiyor.
Provalarda çıkıp ta takır takır türküsünü söyleyenlere hayretle bakıyorum, içinde fırtına yaşayan bir ben miyim arkadaş. Hatta kimisi bence güzel söyleyememesine rağmen o kadar özgüvenli ki nasıl olur diyorum.
Öyle böyle konser günü geliyor ve salonda yaptığımız iki provada güzel geçince tamam diyorum olacak bu iş. Bu arada önceki hafta gribal enfeksiyondan mütevellit benim ses iptal, bünye yerlerde. Konser cumartesi günü ve ben salıdan doktora gidiyorum ilaç kullanmaya başlıyorum. Doktora da ‘aman doktor, canım cicim doktor, hafta sonu sahne alacağım, sesimi ve direncimi muhafaza etmem lazım, benim hasta olmamam lazım’ diyorum. Perşembe oluyor ben gittikçe kötüye gidiyorum, sabahları sesim borazan gibi, koşuyorum tekrar doktora ‘sanat hayatım başlamadan bitecek doktorcum, bana bir çaree’ diyorum, kanda enfeksiyon da çıkıyor, bir sürü ilaçla eve dönüyorum.
Bu grip denen mereti bilirsiniz ilaçla da ilaçsız da süresi dolmadan geçmiyor. Zaten ben gribal enfeksiyonları hep ağır geçiririm, tüm vücudum dayak yemiş gibi ağrır kemiklerime kadar(öyle komple bir dayak yemişliğim yok ama yesem böyle ağrır herhalde).
Cuma günü sabahtan gene kötüyüm, hemşire arkadaşımı arıyorum, ‘kötüyüm ben, ah o sahneye çıkmam lazım, Fidan’ım serum neyim falan yapsan bana, şöyle en etkilisinden kokteyl diyorum, çeşit çeşit vitamin vs neyse’.Sağolsun hem o gün hem konser sabahı serum takıyor bana ve vücut direncim bayağı yerine geliyor ama sesim hala çatallı.
Konser salonunda son provamızı yapıyoruz, sesim fena çıkmıyor türkü söylerken. Derken kulisteyiz, seyirciler içerde. Heyecan hiç kalmadı, hadi çık söyle deseler söyleyeceğim sanki. Sonra sırayla çıkıyoruz sahneye, aman tanrım, ne heyecan, tüm hormonlar bir araya gelmiş, elbirliğiyle bu kadını nasıl perişan ederiz derdindeler sanki. Kulisteki heyecansız halimden eser yok. Bittin sen kızım diyorum, olmaz bu iş, mümkün değil.Benim türkü sekizinci sırada.İlk iki türkü koro türküsü ve ben ayakta zor duruyorum.Bu arada malum nezleden dolayı ağzımın içi çamur gibi olmuş, dudaklarımı kapatsam açamıyorum, acil su içmem lazım.Hebele hebele ben ne yapacağım şimdi.Bir sürü şey geçiyor aklımdan, yapamayacağım o belli de insanlara ne diyeceğim.Kusura bakmayın derim dünyanın sonu mu sanki.
Benden önceki solist arkadaş türküsünün sonuna gelmeden, olduğum yerden ayrılıp, sahneye çıkmak üzere erkek arkadaşların arkasından dolanıyorum. Bizim kızlardan, kaçtığımı düşünen bile olmuş ki aklımdan geçmedi değil. Erkeklerin olduğu yerin arkasına bıraktığım suyumu içince nasıl rahatladım anlatamam yani heyecan açısından değil, ağzımın çamurluğu gitmiş oldu.
Veee sıra bende ….Ne söyledim, nasıl söyledim, karşıya nasıl bir görüntü verdim, sesim nasıl çıktı hiçbir fikrim yok.Gerginlikten ölmek üzereyim, bir yandan da hoba hoba hareketli bir türkü söylüyorum.Normalde de hareketli bir şarkı türkü duysam, duramam oynarım, yine öyle oynayamaya benzer şeyler yapıyorum ama vücut gergin.Selçuk’un video çektiğini görüyorum ama o videoya hayatta bakamam diyorum.Yerime geçtiğimde de heyecanım geçmiyor.
Konser bitiminde güzel yorumlar alınca fena değil herhalde diyorum. Gerçi şefim de türkü bittikten sonra tokalaşırken gülen bir yüz ifadesiyle bir şeyler söylüyordu ama ben duymuyordum o sırada.
Eve gelince telefonumdaki güzel mesajları görünce nasıl mutlu oldum nasıl heyecan yaptım anlatamam. Demek güzeldi ha, demek beğendiniz diyorum içimden ve manyak gibi seviniyorum. Hepsi sağolsunlar, heyecanımı tüm yıl, hatta iki yıl boyunca paylaşıp, konserde de beni yalnız bırakmadılar. Bu arada Teoman(büyük oğlan), benim türküde arka taraftan fazla alkış sesi gelince Selçuğa soruyor, Selçuk’ta örgütlü oğlum onlar diyor, canım arkadaşlarım….
Sonra videoya bakayım dedim, ne göreyim, heyecandan eser yok(yani benim fark edebileceğim kadar).Sahnede güzel durmuşum, vücut dili yerinde, e fena da söylememişim (zaten iddialı değilim sesimde).Nasıl bir rahatlama geliyor üzerime anlatamam. Bir önceki gece dörtte ancak uyuyabilmiştim, bu gece kaçta uyurum artık.
Orkestramız şahane, koro şahane, şefimiz en ince detayına kadar düşünüyor, gözü, kulağı her yerde, e ben de üstüne katmışım işte bir şeyler. Tüm bu detaylar olayı zaten belli bir çıtaya yükseltiyor, bir nevi ortam hazır yani, böylesi bir atmosferde kendi çapımda söylemişim işte türkümü.
Koroda yer almak , böylesi kolektif bir çalışmanın üyesi olmak, birlikte bir şeyler çıkarmak, çok güzel, keyifli bir duygu….Uzaktan bakıldığında basit gibi görünebilir ama benim için müthiş bir deneyim, (gerçi o anları hatırlamıyorum ama ) harika bir anı olarak kişisel belleğimde yer alacak…
“Denize Dalmayınca Aman Bir Balık Almayınca” için bir yanıt