-Ümit var mı?
-Nerde?
-Hmm güzel soru, bunu beklemiyordum…
-Söyle o zaman, nerde?
-Ya böyle hayal etmemiştim ama . Ne bileyim ”ümit her zaman vardır bir yerlerde” gibi bir şey söylemen gerekiyordu…
-Başka ne demem gerekiyordu tatlım…
-Yapma ama…
-Niye sordun o zaman, vermem gereken cevap belliyse…
-Ne bileyim, belki bir oyunun içindeyiz ve bize biçilen rolleri oynuyoruz. Herkesin sorusu ve cevabı belli olabilir… Belki de cevapların da soruların da bir hükmü yok…
-Tatlım aklında ne var?
-Direniş ve bedel ödeyenler…
-Neyin bedeli…
-Direnişin…
-Neye direniyorlarmış bakalım kafandaki direnenler…
-Güce, güçlüye…
-Cesurlarmış o zaman… Neden direniyorlarmış peki…
-Bilmem… Ben de bunu soruyorum kendime, neden diye… Sonra kendimi düşünüyorum… Ben bu kadar cesur olabilir miyim, ya da onlar gerçekten cesurlar mı yoksa hayat mı onları cesur yapıyor? Cesaret ne demek sence?
-”Güç veya tehlikeli bir işe girişirken kişinin kendinde bulduğu güven” bakınız TDK tatlım…
-Benimle oyun oynuyorsun ve ben bu oyunu seviyorum Mualla… Yine kendi kendime konuşuyor hissindeyim ve bunun için sana teşekkür ederim…
-Delisin sen…
-Mualla…
-Buyrun benim, nasıl yardımcı olabilirim…
-Bedenlerini açlığa yatırıyor birileri ve hep gülüyorlar, bütün fotoğrafları gülen yüzlü, belki de gülerek gidecekler buralardan…
-Çay koyayım mı?
-İnadına gülmek böyle bir şey herhalde, bazen onları kıskanıyorum biliyor musun?
-Tatlım sen günde sekiz öğün yiyen bir insansın…
-İnadına gülüyorlar evet biliyorum ve onlar çok güçlüler, herkesten ama herkesten… Bazen ben de kendimi o kadar güçlü hissediyorum ki yaparım diyorum direnirim…
-Neye direnmeyi planlıyorsun ki? Senin şu anda direnebileceğin tek konu akşam yiyeceğimiz yemeğin çeşidi olur…
-Haklısın galiba, hem ben bir banka sırasında bile kuyruktakilere düzgün sıra olalım diyemiyorum, kalabalıklarda bağıramıyorum üstelik…
-Gücün bana yetiyor biliyorum…
-Mualla…
-…
-Sence sadakat var mı?
-Tatlım ne söyleyeceksen söylesene, neden sürekli bana soru sorup duruyorsun?
-Aslında sormuyorum…
-Soru içeren bir cümlede soru sormadığını söylüyorsun, cevap istemiyorsun o zaman, sanırım kullanılıyorum…
-Hani bazı şarkıcıların sadık dinleyicileri var ya, hani öyle derler ya hep…
-Eeee…
-Bence onlar bile bazen sıkılıyorlardır aynı şarkıyı, aynı şarkıcıyı dinlemekten, hatta sadık olmaktan bile sıkılmış olabilirler…
-Kızım sen ne diyorsun, hayran kitlesinden sadakat kavramına derin bir açılım yaptın, valla bravo..
-Yüzlerinden pişmanlık okunmuyor gibi ama hiç ne yapıyorum ben, neden yapıyorum diyorlar mıdır?
-Sana yetişemiyorum tatlım, açık konuş, kafandan bir sürü şey geçirip, beni birkaç kelimeyle baş başa bırakıyorsun ve anlamamı ekliyorsun…
-Hayır, hayır canım, anlamanı beklemiyorum. Ben kendimi bile anlayamıyorum, bazen herkese kafa tutacak kadar güçlü, bazen bir kelimeyle yerlere serilecek kadar güçsüz hissederken senin anlamanı bekleyemem…
-Artık seni gerçekten dinlemiyorum … Çayın yanına tatlı almaya gidiyorum ben…Sana ne alayım istediğin bir şey var mı?
-Sen gerçekten ne istediğini biliyor musun?
-Of kızım ya, ben kadayıf alacağım ve bunu gerçekten istiyorum, sen konuşmanın başından beri ben varmışım gibi yapmaya devam et,
-Varmış gibi………Sadakat varmış gibi, direnmek varmış gibi…
-Ayakkabımı giydim, ekmek var mı bak bakayım ekmek sepetine…
-Var, almana gerek yok yeter bu kadar…
-Çayın altını kısmayı unuttum galiba, fazla kaynamasın kıs…
-Mualla…Bana da fındıklı brovni alır mısın?
-Emin misin?
-Değilim…
-…
-Beni anlasan ne güzel olurdu…