Bir Bloggerın Hazin Öyküsü

          Bloğumu açalı iki yıl dolacak birkaç gün içinde ve ben bu iki yılda neler değişti onu yazacağım bugün. Bu defa güldürmedi tarzında bir yazı olacak, baştan söyleyeyim yani. Öyle her zaman gülmece, güldürmece olmaz değil mi? Dram severleri buraya alalım şimdi.

          İlk yazımdan itibaren başlayan bir iki takipçi sayısı zamanla, ben yeni yazılar, yeni içerikler yüklemeye devam ettikçe, her geçen gün çoğaldı. Öyle ki bazen yorumlara cevap veremeyecek yoğunlukta günler yaşadım, yazılarım diğer sosyal paylaşım sitelerinde hızla paylaşılıyordu ve her paylaşım bir heyecan kasırgası estiriyordu içimde. Sonra alıştım bu duruma, artık bildirimlere bile bakmamaya başladım, çünkü yetişemiyordum hepsine; diye başlayan bir yazı yazmayı ben de isterdim tabi ama işin aslı öyle değil.

           İkinci yılımı da  sen, ben, bizim oğlan çapındaki takipçi arkadaşlarımla dolduruyorum işte. Çok mu önemli diyeceksiniz de e önemli tabi biraz.Yazdıklarımın okunmasını istiyorum yalan yok. Bu durum sizi pek ilgilendirmiyor biliyorum ama bloğumun doğum günü olması hasebiyle bu cihette bir yazı yazmayı arzu ettim(İçime bir dede efendi kaçtı gene hay Allah).

              Aslında böyle bir yazı yazma fikri biraz da internette okuduğum bir blog yazısından geldi açıkçası. Bloğunuzu nasıl tanıtırsınız, kitleyi nasıl arttırırsınız, blogdan para nasıl kazanırsınız tarzında bir yazıydı okuduğum. Okuduğuma göre bu blog işinden para kazananlar da varmış yani (valla parasında değilim, hayatımı devam ettirebileceğim bir işim var zaten, ha işimi sevmiyorum o ayrı konu, hem belki de bu son blog yazımdır kim bilir, yazma işinde süreklilik sağlayabileceğimin bir garantisi yok).

              Örneğin şöyle diyor; efendim çarpıcı başlıklar atmalıymışım. Şu an Türkiye için atacağım en çarpıcı başlıkları sıralıyorum;

*Kazlıçeşme mitinginde duygusal anlar,

*Reyizin taksi durağı ziyaretinde yaşanan göz yaşartıcı dakikalar,

*Falanca ülkenin başkanına tokat gibi cevap,

*Filanca ülkenin başkanına verdiği ayar,

*Reis öyle bir cevap verdi ki, ne diyeceklerini şaşırdılar,

*Yaşar Alptekin modaya uydu, Menzil Cemaatine geçti, ben de kandırıldım didi,

*Aleyna Tilki’nin ilkokul müsameresinden komik görüntüler,

*Ünlü sunucu kayınçısının baldızıyla  yakalandı,

*Falanca, falancayla basıldı,

*Merkür, Venüsü geçti,

*Ünlü şarkıcı bebeğinin ilk gazını çıkardı,

*Falanca osurdu,

                 Yani şimdi bunlar dışında çarpıcı başlık düşünemiyorum, tamam başlığı attık ta altını nasıl dolduracağız değil mi, yoksa çarpıcı başlık bulma işi çok kolay yani. Sonra efendim içerik özgün olmalıymış. Arkadaşım, poğaça tarifi yapan sitenin takipçisi benimkinden fazla. Yanlış anlamayın, poğaça tarifi yapan bloger arkadaşlar da alınmasın, küçümsediğimden değil de  poğaça tarifi çok mu özgün yani.Garanti içerik ve en özgününde ne olabilir yani poğaçanın.(Soran Kadın poğaçacı bloggerlara verdi veriştirdi, ahanda çarpıcı bir başlık daha) .

             Sonra efendim direk kitleye hitap edin diyor yazıda. Kitlenin bir homojenliği yok ki kime hitap edeyim. Dostlarım, arkadaşlar, Romalılar falan mı yazayım ne yazayım hacı. İstikrarlı olmalıymışım bir de, pes etmemeli en az bir yıl boyunca içerik yüklemeliymişim. İki yılım dolmak üzere ve toplam 62 içerik paylaşmışım ki ortalama 10 günde bir içerik ediyor. Ben buna şahsen istikrar derim.

Ha bir de başlıkta referans kullanın diyor. Şunun gibi mi diyorsun hacı;

 *Falanca diyetle ayda 25 kilo verdim,

*Falanca kitabı okudum hayatım değişti,

*Reyizin o sözünden sonra ben artık eski ben değildim,

*Her şeyi mahallenin bakkalına  borçluyum,

*İlkokul arkadaşım olmasa bu günlere gelemezdim,

               Ya bir kere keskin değişimlere pek inanmam ya da kendi açımdan şöyle diyeyim, hayatımda böyle bir dönemeç olmadı. Olan ne varsa usul usul, zamanla oldu. Herhangi bir işin n yolunu gösterecekmişim, şöyle ki;

 *Ayakta işemenin 5 püf noktası,

*Ayak bileğinizi inceltmenin 10 altın kuralı,

*Islak kumda plaj terliğiyle yürürken terliğinizin kum olmamasını sağlayacak 6 yöntem,

*Sevgiliyi yatağa atmanın 3 efsane taktiği gibi gibi…

            Gene konuyu dağıttım dimi, ne diyordum, iki yıllık blog serüvenim diyordum değil mi?Yazmak istiyordum, kafamda sürekli cümleler dolanıp duruyordu ve bir gün açıverdim bu bloğu işte.Yazmak farklı bir serüven, yazma amacınızdan tutun, ne yazdığınızı zannettiğiniz ve aslında ne yazdığınıza kadar derin bir mevzu. “YAZMAK” kelimesini kullanmak bile hafif bir utanma duygusu veriyor bana. Çünkü yazmak deyince bambaşka şeyler canlanıyor kafamda.Neyse derinlere dalmayayım, ne yazarım, ne zamana kadar yazarım hiç bilmeden, fazla düşünmeden açtım bu bloğu.Bize öğretilen “sonunu getirmeyeceğin işe bulaşma” öğretisinin aksine her şeye bulaşasım geldiği için, yazamadığım yerde bırakırım diye düşündüğüm için, kendime ve okuyan hiç kimseye hiç bir şey vaat etmediğim için, içimden geldiği için, kendimi yazarak daha iyi ifade ettiğimi düşündüğüm için, yazınca rahatladığım için, okununca çocuklar gibi mutlu olduğum için, yazabiliyor muyum acaba bir bakayım diye düşündüğüm için, yazmak çok güzel olduğu için, ve daha bir sürü karışık duygu için yazıyorum ya da yazdığımı zannediyorum.

           Gerçi bazen, eline kalemi alan, klavyesi olan yazıyor arkadaş tarzında konuşmalara şahit oldukça, bu tarz yazılar okudukça gizlenesim geliyor ama şunu sormadan da edemiyorum onlara, neden böyle söylüyorsun, okumazsın olur biter.

             İki yıl doluyor ve anlatacağım heyecanlı ve cazip bir blog serüvenim yok ne yazık ki. Hala bildirimler bölümünde yanan turuncu ışığı arıyor gözlerim, hala çoğu günler uğrayan sayısı tek haneli rakamlarda, başta söyledim ama dram severler buraya diye, bu ne ya demeyin şimdi. Ajitasyon gibi mi algılanır diye de düşünmüyor değilim aslında ama bu duygularımı da paylaşmak istedim işte hem doğum günü biliyorsunuz, hafifletici sebeplerim var.

             Hep mi kötü demeyin değil tabi. Güzel yorumlar alınca öyle mutlu oluyorum ki almıyor da değilim yani. Yazımı yazıp, yayımlayıp kenara da geçemiyorum, kaç kişi bakmış, kaç kişi okumuş diye dönüp dönüp istatistiklere bakıyorum. Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine bloğum için facebook sayfası açtım ki ben sosyal medyaya darbemsiden hemen sonra veda etmiştim. Facebook sayfasından sonra da köşedeki kırmızı bildirim düğmesinde oluyor gözüm, şöyle umursamaz olamadım bir türlü.

             Neyse buraya kadar yazıya tahammül edebildiyseniz çok teşekkür ederim.(Sanırım ilk kez okuyan kişi ya da kişilere hitap ediyorum hay Allah vardır bunda da bir hikmet hadi bakalım)


Bir Bloggerın Hazin Öyküsü’ için 8 yanıt

  1. Ara ara okuyorum yazilarini.surekli okumayada calisiyorum aslinda.bence guzel cocuk kitaplari hikaye kitaplari yazmalisin…en azindan denemelisin…bence super olur…bi dusun…

    Soran kadin, dusunen kadin, yazan kadin,kızan kadin, akilli kadin,dost kadin hadi bakalim öpülen kadin…selamlar

    Liked by 1 kişi

  2. Birkaç yazınızı okudum, kendinize has bir tavrınız var. Bu güzel bir şey. Önce kendiniz için yazmaya devam etmelisiniz. Yazıyorsanız yazarsınız, kimse bir günde harika bir edebiyatçı olmuyor. Çok popüler olmayan konulardan bahsediyorsanız, hele içerik özgünse okuyucu bulmak zor, okuyan da yorum yapmayabiliyor. Yine de devam etmekte fayda var.
    Küçük bir tavsiye olarak, yazıların koyu ve arka planın biraz daha açık bir renk olduğu bir görünüm daha az göz yorucu olabilir. Tabi karar size kalmış. 🙂 Kaleminize, bileğinize sağlık.

    Liked by 1 kişi

    1. teşekkür ederim yorum için :)galiba yazmakla ilgili detaylı bir planım yok ama hikayem oldukça yazmaya devam edeceğim sanıyorum…Koyu yazı rengi, daha açık fon rengini düşüneceğim. Kişiye göre de değişen bir durum olduğu için açıkçası pek de emin olamıyorum…Sevgiler…

      Beğen

Yorum bırakın