Sebastian İçkimi Getir !!!

      İki haftalık bir ayrılığın ardından evimdeyim. İlk kez bu kadar uzun bir ayrılık oldu benim için. Teoman küçükken gittiğim ilk toplantıyı hatırlıyorum da; üçüncü gün içim sıkışmış, dayanamayıp ağlayarak bir dostumu aramıştım “ öhööö ben oğlumu özlediiiim evimi özlediimm” diyerek. Canım arkadaşım “ Ayşe! sen salak mısın? Çocuğun babasının yanında, ağlamayı kes ve ortamın tadını çıkarmaya bak” demişti. Şimdiyse içim rahat, kocaman oldu kuzularım ve beni özlemiyorlar bile. Hatta bu çocuklar niye beni özlemiyorlar diye neredeyse dert edinecektim kendime. Artık geleceğim gün   duygusal bir ses tonuyla Selçuk’a “ya beni özlemediniz mi siiiiz” diye soruyorum, illa özleteceğim ya kendimi, kendime hayret ediyorum yani. Selçuk da muzip bir şekilde;

 “evet çocuklar annenizi özledik miii” (o arada sufle veriyor)

“eveeeet özlediiikk” diye cevap veriyorlar ))

      Şaka bir yana onlar böyle rahat olunca benim de kafam rahattı. Nasıl rahat olmasınlar, eminim pırasa, brokoli, karnabahar ya da herhangi bir sebze pişmemiştir evde ve bu bile yokluğumda mutlu olmaları için önemli bir sebep, bence haklılar. Çocukların bizim yatakta gözü var. Yokluğumda yatak Timuçin’e kalmış. Özlemek ne ki, üzülüyor hatta ben geleceğim ve artık bizim yatakta yatamayacak diye 🙂

        Eskiden toplantılara gittiğimde gerilirdim. Sanki ev bensiz dönmeyecekmiş gibi gelirdi, artık kendimi nasıl önemsiyorsam. Zamanında 10 günlük bir ayrılık öncesi, tüm günler için yemek listesi yapmışlığım, arkadaşlarıma bile görev tanımlamışlığım var. “Arkadaşım Salı günü bizimkilere bir kilo kabak bırakır mısın “gibi. Yine toplantıda bu konuyu açtığımda, orada tanıştığım arkadaşlardan biri “sen kendini ne zannediyorsun, merak etme sensiz de yürür bu işler” deyip, durumu abarttığımı anlamamı sağlamıştı. Neyse ki çabuk anlıyorum. Bazen bazı şeyleri daha net kavramam için bir dış sese ihtiyaç oluyor.

             Velhasıl ev iş vs sorumluluklardan uzak iki hafta umduğumdan da iyi geçti. Paraya kıydım masaj bile yaptırdım valla. Üzerimize yüklediğimiz sorumluluklara bazen kısa aralar vermek gerekiyor galiba. Her şeyin yolunda gittiği rutinde bile kapıyı çekip çıkamasan da pencereler açmak, havalandırmak iyi geliyor.

             Sinop’ta bu yıl denize erken veda etmiştim. Antalya’da üç kez denize girme fırsatım olunca içim rahat uğurladım deniz sezonunu. Giremesem içimde kalırdı. Deniz kentinde yaşasam ve haftada 3-4 kez denize girsem bile doyamıyorum denize.  Bu arada çalıştığım kurumda yeni bir birime geçtim. Toplantıda şunu anladım, yeni birim bile mesleki heyecanımı yerine getirmemiş. Gerçi dur bakalım hafta başlayınca daha çok belli olur kendimi bu konuda nasıl hissedeceğim, azıcık kıpırdanma olsa da yeter bana, ay işşallah olur J

            Güzel geçen ilk haftanın sonunda ailemin yanında geçirdim ikinci haftayı. Önce anne babamın yanında Anamur’daydım  birkaç gün. Sadece annem, babam ve ben. Tekrar çocuk oldum onların yanında. Tertemiz çarşaflarla yattığım yatakta, son gece pek uyuyamadığımı söyleyince  burası ana ocağı rahat uyursun diye sarılmalar, sabah uyanmayayım diye sessizce konuşmalar eşliğinde huzur içinde birkaç gün. Canlarım benim.

    Sonra, kardeşlerimin yanına, çocukluğumun geçtiği Mersin’e gittik beraber. Çocukluğum Mersin’de geçti, on dört yaşına kadar yaşadım Mersin’de. Sonra yatılı okula Trabzon’a, oradan üniversite için Adana’ya gittim. Mersin’le ilgili çok anım yok. Kendimi oraya ait de hissetmiyorum. Aslına bakarsanız kendimi hiçbir kente ait hissetmiyorum. Sanırım Mersin’i ilk defa yaşadım bunca yıldan sonra. Bunda yalnız olmamın da etkisi olabilir diye düşünüyorum. Sahilde uzun bir yürüyüş yaptım iki gün. Kedileri sevdim. Kimi pati attı kollarıma, kimi sırnaştı, bırakmadı peşimi. Biricik yeğenimle vakit geçirdim. Tek başıma toplu taşıma aracına bindim. Bunun bile anlamı var benim için, gülmeyin yani. Gerçi evden çıkmam biraz zor oldu. Babacığım, bırakayım seni dedi. Yok dedim yalnız çıkmak istiyorum. Otobüs, dolmuş tarif etmeler falan. İşte hangisi kartlı hangisi paralı. Sonra aradılar, vardın mı gideceğin yere diye. Vardım vardım bir de 40 yaşındayım J Ama sizin çocuğunuzum ne güzel.

            Kız kardeşimin evindeydik. Tam on dört yaş var aramızda. Tam diyorum çünkü doğum günlerimiz aynı. Okuldan arkadaşlarına beni anlatmış “ablam bana hiç benzemez, aşırı solcudur, sosyalisttir, hayvan severdir” demiş. Neee aşırı solcu muuuu, yoo dedim, politik okumalarım yok benim, hayatı politik yaşamıyorum, iki yıldır bir kediyle yaşıyor olmamız ve bagajda gezdirdiğimiz mama da beni tam olarak hayvan sever yapmaz diyorum ama buradan öyle görünüyor abla, bana göre öylesin dedi kuzucuğum. Liseden arkadaşım aradı, Ayşem opera var sen seversin deyip operaya davet etti beni. Öyle çok opera dinlemişliğim de yok ama severim böyle şeyleri doğru. Hoşuma gitmiyor değil. Hayvan sever, opera sever bakalım daha neler olacağım. İşyerine  gittim arkadaşımın.  İdarecilik yapıyor kamuda. Personelin odasına götürdü tanıştırdı beni hepsiyle, kuzum allasen napıyorsun demeye kalmadan kılçıksız brom var ya La Mancha’lı Son Pilot işte bu arkadaşım, (Malumunuz facebook isimlerim böyle  antin kuntin isimler ) kitap yazıyor, film çekiyor, edebiyatçıdır diyor. O yoo tamam bir şeyler karaladığım doğru, evet basılmamış bir kitabım da olabilir ve hasbelkader bir kısa film çektik bienal için ama kuzum utandırıyorsun beni. Bari arkadaşlarına kısa filmimi göster de bir ara, yalancı çıkmayalım. Anlayacağınız son birkaç gün, aşırı solcu, sosyalist, hayvan sever, opera sever,  edebiyatçı, yazar, film artisti falan oldum, ben oldum, şaşkınım 🙂

       Bir akşam Retrobüs diye bir grup varmış, sen seversin böyle şeyleri dediler J ( severim dimi ) kardeşim ve eşiyle çıktık dışarı. Çok keyif aldım gruptan. 70’ler, 80’ler, 90’lar konseptli repertuvar hazırlamışlar. Arada eski türk filmlerinden ses kayıtları ve replikler var. Su gibi geçti zaman. Parça seçimleri, geçişler, mizansen, sohbet ve  her şey şahaneydi.

        Bohemian Rhapsody seyretmek istiyordum, arkadaşım beraber gidelim dedi. Anacım sadece gold class diye bir salonda oynuyormuş. Oha dedim bu ne. Kocaman koltuklar, ayağını uzatıp seyrediyorsun. Ben köylü, önce ayakkabımı çıkarıp pufa koydum, malum genlerin önüne geçilmiyor. Puflar kirlenir ayakkabıyla basınca dimi J Zenginlik beyle bir şey sanırsam. Allam krallar gibi yaşıyorum iki haftadır. Sebastian içkimi getir 🙂

      Niyetim sadece ailemle beraber vakit geçirmekti. Yanıma üç tane kitap, iki renk pamuk iplik ve tığ almıştım. Hani örgü örecektim hesapta ama vakit olmadı. Kitaplarımdan da ikisini okudum onların da birini yolculukta birini ilk hafta. Zaten ince kitaplardı.

          Velhasıl iki hafta evden uzakta ama yine evimde güzel günler geçirdim. İyi geldi bana, sanıyorum bizimkilere de iyi geldi. Bunu arada bir yapmalıyım diyerek döndüm evime, kuzucuklarımın yanına. Bu arada yarın Selçuk’la 22 yıllık beraberliğimizin kutlaması var. Kutlama dediysem de şu şekil planladık;

Açılış konuşması,

İstiklal Marşı,

Yiyecek içecek ikramı (kuru pasta, ayran),

Güzel günler için saygı duruşu,

Birbirimize vereceğimiz üstün hizmet, sabır, sebat madalyası,

Ankaranın bağları (olmazsa olmaz) eşliğinde iki dönme,

Kapanış…:))

 

 


Sebastian İçkimi Getir !!!” için bir yanıt

Yorum bırakın