Bir süredir kitap okuyamıyordum. Hangi kitabı elime alsam bir bakmışım bir köşede unutuvermişim. En son bir milyonuncu kez, bir çok kişi için başucu kitabı olmuş “Çavdar Tarlasında Çocuklar”’ı denedim ve yine olmadı. Nereye bıraktığımı hatırlamıyorum bile. Zaten başlayıp götüremediğim bir kitabı bir zaman sonra tekrar deneyince bitirebildiğim vaki değildir. Belki bu defa olur diye denemekten de bıkmıyorum hayret. Keşke ben de içselleştirebilseydim, bir satırı da beni yakalayabilseydi kitabın, inanın çok isterdim. Neyse benim bu düşüncem, bu kitabı kıymetlisi yapanların gözünde değerini kaybettirmiyor tabi. Hemen savunmaya geçmeyin. Edebiyat böyle bir şey bence, olmayınca olmuyor(ne kadar metodolojik bir eleştiri yaptım, bravo bana, olmayınca olmuyor. Ya kendim için olmayınca olmuyor başlıklı bir sayfa açayım kült eserler için) Özenle kitap gömme faslını geçebilirsem övme faslına geçeceğim kitabıma sıra gelecek inşallah.
Neyse ki son iki hafta iki güzel kitap bitirerek sahalara geri döndüm çok şükür. Tamamen kitapçı’nın tavsiyesiyle aldığım Fosforlu Cevriye ve Osman Balcıgil’in Suat Derviş romanlarını peşpeşe ve zevkle okudum. Suat Derviş’i ilk kez okudum stop, kadın olduğunu yeni öğrendim stop, bu mesajı utanma duvarından yazıyorum stop. Yok ya ne utanacağım, bilmiyorum demeyi öğrendiğimden beri hayatım daha da güzelleşti, bu konforu kaçıramam durduk yere. Ne derseniz deyin.
Aslında ismi yabancı gelmedi kitabı alırken ama kendimi kandırıyor olma ihtimalim de var tabi. Siz , yazarı bilmiyormuşum gibi düşünün.
Fosforlu Cevriye, ana babasını tanımayan, sokakların kadını bir fahişe. Fosforlu lakabını, saçlarının gece ışığında parlamasından almış. Hayatı, yaşadığı, gördüğü kadarıyla yorumlarken, bir gün bir adam çıkıyor karşısına ve kadınlığına dair fikirleri yavaş yavaş değişiyor. Hangimiz, yaşadığımız çevre kadar sanmadık ki hayatı. Sonra sonra gördükçe, okudukça, duydukça, hissettikçe yavaş yavaş değişiyor kafa yapısı. Kızım sana söylüyorum gelinim Ayşe senden bahsediyorum.
Adını bile bilmediği bu adama aşık oluyor Cevriye ve onun için yapamayacağı şey yok. Kitap yanımda olmadığı için alıntı yapamıyorum. Gerisi spoiler olur diye konuya dair fazla şey yazamıyorum. Zaten yazmak istesem de kitap inceleme tarzım “olmayınca olmuyor” ve “laan çok iyiyidi be!”nin ötesinde olmadığı için susma hakkımı kullanıyorum.
Fosforlu Cevriye’nin peşine Suat Derviş’in biyografik romanı olan İpek Sabahlık’ı okudum. Sizi bir anda içine alıveriyor kitap. Suat Derviş’in sarayda başlayıp, yoksulluk içinde sona eren hayatını okurken, bir dönemin arka planını da görüyorsunuz. Fosforlu Cevriyesi’ndeki gizemli adamın Suat Derviş’in 4. Eşi Reşat Fuat Baraner olduğunu anlıyorsunuz. Suat Dervişin de zaman içinde düşüncesi olgunlaşmış ve altın kaşıkla doğduğu hayatta halkçı bakış açısıyla ilerlemiş. Fosforlu Cevriye karakterinde biraz da Suat Derviş var bence. Değişen düşüncelerin kendisinden çok , hayata başka pencerelerden de bakabilme açısından söylüyorum bunu.
Suat Derviş, Almanya ve Fransa’da değişik isimlerle yazıyor ve el üstünde tutuluyor, halkın teveccühünü kazanıyor. O çok sevdiği ülkesinde ise, sakıncalı ilan ediliyor. Niye? ülkesinin iyiliğini istiyor diye, komünist düşünceler taşıyor diye, ülkesinin geleceği daha aydınlık olsun istiyor diye. Bu ülke aydınlık kafa istemiyor Cumhuriyet’in ilk yıllarında bile.
Osman Balcıgil’i de ilk kez okudum ve hemen başka bir kitabını daha aldım, “En Hüzünlü Eylül”. Okuduğum romanlarda, tarihi arka planlara bayılıyorum. Oya Baydar, Adalet Ağaoğlu, Vedat Türkali, Zülfü Livaneli, Ahmet Ümit bu anlamda en sevdiklerimden diyebilirim.
Ne var ki devrik cümleyi fazlaca kullanması gözüme battı. Birkaç yerde anlamı yakalayamadığım cümleler olduğundan üst üste aynı cümleyi okurken buldum kendimi. Bazı yerlerde virgül eksiğinden dolayı hangi manada okuyacağımı bilemedim o cümleyi(Kimseyi kınamayacaksın arkadaş son cümlelerimin hepsi devrik oldu neredeyse) . Yine de, okuma keyfime engel olamadı bu detaylar. Zaten yorumum, waaww çok iyiydi abinin bir tık üstü olsun diye azıcık teknik yazayım dedim, başka bir şey değil. Kitap süresince, değişen bir şey olmamış duygusu çok oluştu bende. Aydınlanma anlamında yani. Amaan herkesin aydınlanması da kendine yetecek kadar, kabul etmek gerekirse. Zaten tam aydınlanıcam bi gülme geliyor, Selçuk Erdem sağ olsun…

