Nermin Yıldırım
Misafir
Nermin Yıldırım’ın Hep Kitap tarafından yayımlanan 329 sayfalık romanını okudum. Daha öncesinde Kafka’nın Dava’sını 2. kez okumaya yeltenmiş (kendime kalsa asla yeltenmezdim, yine bir kitap kulübü sevdasına oldu ne olduysa) kitabı bitiremeden Avrupa Yakası’nın Dilber Halası gibi “yetti beaa” diyerek elimden bırakmıştım))
Dava’nın konu aslında çok iyi, absürt bir yargılama davası. Ama ama ama işte. Dili çok karışıktı. Hani ağır demiyorum, karışık. İbretlik olması açısından altını çizdiğim bir cümleyi yazayım. “Zaten bir kez yardım alındığında sonrasında yalnız başına nasıl yoluna devam edemezdi.” Bunun gibi, anlamını yakalayamadığım, yakalamakta zorlandığım cümleler peşi sıra geliyordu.
Sonra içerikle ilgili olarak; bir mekan düşünün misal, üç kişi var orada, sonra birden dördüncü kişi olduğunu öğreniyoruz. Bir sürü diyalogdan sonra o kişinin orada olduğunu yazma sebebini bize izah etmesi lazımdı diye düşünüyorum. O adam orada niye vardı niye hiç sesini çıkarmadı, sen niye baştan odadakileri sayarken adamı saymadın? Yani bana “Bilal’e anlatır gibi anlatmanız lazım bazen.” Tamam abartıyor olabilirim de bu detaylar okuma keyfimi kaçırdığı için, daha önce okumuş olmanın verdiği yetkiyle yarıda bıraktım kitabi.
İçtihata göre yetki’yi veren elle alan elin birbirini bilmemesi gerektiği veçhile bu konuya girmiyorum. Zira aleyhime neticeler hasıl olabilir))
(Ey Kafka bir tek karışık yazan sen mi sandın? )
Sonrasında ikinci hüsranı Canan Tan’ın Pirayesi’nde yaşadım. Sonuna kadar okudum evet ama karakterin olaylar karşısında verdiği reaksiyonların duygusal/düşünsel altyapısı doldurulmadığı için (her zamanki gibi bence) sinir olarak bitirdim.
Sen de her şeye sinirleniyorsun, sana yaranılmaz diyebilirsiniz, haklısınız da, ne diyeyim bunları paylaşmazsam da çatlardım, beni anlayın ne olur))
Özenle kitap gömdükten sonra öveceğim kitap geliyor. Hani gerçekten okuduğunuzu hissedersiniz, cümleler sizi alıp götürür ya öyle işte “Misafir.”
(Bu arada Kafka’nın ibretlik diye örnek verdiğim cümlesi yavaş yavaş kafamda oturmaya başlıyor. Yazarak mı okusaydım acaba. Beş altı aya okurdum böyle böyle. Düşündüm de Kafka’yı tek bir şartla affedebilirim; garabet bir hukuk sitemini yazdığı distopyasının dilinin de garabet olması gerektiğini düşünerek böyle yazdıysa)
**Garabet; tuhaf anlamıyla kullanılmıştır.
Gelelim Misafir romanına:
Misafir romanı bir akıl hastanesinde geçiyor. Hastanenin ev, hastaların misafir, hemşirelerin abla, doktorların baba olarak adlandırıldığı yeni nesil bir akıl hastanesi. İki anlatıcısı var kitabın. Biri ev sahiplerinden Rikkat, diğeri misafirlerden Esin. İkisinin gözünden okuyorsunuz romanı. Rikkat, geçmişi hatırlıyor sürekli. Esin ise hatırlayamadığı geçmişini düşünüyor neden akıl hastanesine geldiğini anlamak için.
Derinlikli, bazen de mizah soslu cümlelerine kapılıp gittim okurken. İçeridekilerin mi deli dışarıdakilerin mi deli olduğuna dair yanıtlar aradım. Psikiyatri biliminin, daha genç bir bilim dalı olduğunu okumuştum evvelde. Bundan 50 yıl kadar önce “frontol lobotomi” adı verilen bir işlem uygulanıyormuş akıl hastalarına. Tel gibi bir aletle hastanın göz kapaklarını altından beyne doğru girilip, hastaların sakinleşmesi sağlanıyormuş.
Belki zamanında popüler olan yöntem şimdi artık uygulanmıyor bildiğim kadarıyla. Guguk Kuşu, Sahtekar (Angelina Julie), Ratched (Netfliks-dizi) gibi filmlerde akıl hastalarına uygulanan bazı yöntemleri seyretmiştim. Elektro şok şu anda da uygulanıyor sanırım ama artık çekiçle hiçbir hastanın beynini deldiklerini sanmıyorum.
Neyse bunlar bilimsel konular. Edebi konulara geçelim, her şeye maydanoz olmayalım değil mi? Her şeye maydanoz olmak bu ülkede tek bir kişinin hakkı çünkü))
Nermin Yıldırım da politik göndermeler yapmış kitabında ben de yapayım dedimdi))
Hemşire Rikkat hakkıyla yaşayam
adığını düşündüğü hayatında, “hakkıyla yaşanan” bir ilişki var mı diye soruyor kendine yıllar sonra. Hakkıyla yaşanan anne-çocuk hakkıyla yaşanan baba-çocuk gibi. Rikkat “Kırık dökük yaşanıyor bütün hayatlar, kimsenin suçu yok bunda. Hepimiz biraz yanlış, biraz yarım. Ben senden razıyım. Senden razıyım ” diyerek yüzleşiyor geçmişte yaşadığı ilişkiyle.
Kitabın, politik göndermeleri de çok. KHK’lere, faili meçhullere, anti demokratik yönetim biçimine değindiği yerlerde, ustaca yerleştirmiş cümlelerini. Aslında bir nevi durum tespiti yapmış gönderme de diyemeyiz. Aklıselim her insanın tüm bu olanlara “yanlış” demesi gerektiğini düşünüyorum ama öyle olmadığı için siyasete bakışımız “oh olsun”un ötesine geçemiyor.
Kafka’nın çok pis ahını aldım, cümleye bak yaa, hakkını helal et Kafka)) Cümleyi ikiye bölerek daha anlaşılır yapıyorum. Aklıselim her insanın tüm bu olanlara “yanlış” demesi gerektiğini düşünüyorum. Maalesef aynı “yanlış”ta birleşemediğimiz için siyasete bakışımız “oh olsun”un ötesine geçemiyor.
Ben Nermin Yıldırım’la tanıştığım için mutlu oldum, sizi de beklerim…
Bu yazdıklarımı da konuşmak sayıyor, kitaptan bir alıntıyla yazımı bitiriyorum.
“Öyle her şeyi içine atmamalı insan. Herkese değilse de birilerine anlatmalı…En büyük şifa konuşmaktır, içerideki yaraları dışarı dökmektir.”
