Karantina Günlerimizden…

Çok boşladım buraları çook… Bir yerlerden başlayayım tekrar. Toplaşın bakalım Hindistan seyahati sonrası karantina günlerimi anlatacağım kısaca. Direkt mevzuya girmese miydim acaba? “Anlatılan hikayenin gerçek kişi ve kurumlarla bir ilgisi yoktur, tamamen kurgusaldır” mı deseydim. Yo yo bir yazar kaleminden korkmamalı değil mi? (Bir yazar öyle yapar kızım sen değil ). Yo Hülya’dan neden korkayım ki…

Sınırlarımız kapanmadan neredeyse bir gün önce döndük Hindistan’dan. Hani filmlerde uzay mekiğinin kapağı kapanacakken, son anda, kahramanımız geçer ya kapıdan;  bizimkisi o hesap oldu. Son anda yurda kapağı attık. Covid 19 sebebiyle 14 gün karantinada kalmamız gerekiyor. Ben karantinayı evimde geçirmeyi beklerken, evlatlarım “anne sen evde kalırsan biz de dışarı çıkamayız, tatilimiz ziyan olur,  sen Hülya ablalarda kalsan” dediler. Aile bağlarımız öyle kuvvetlidir işte bizim.  11 gün olmuş evden ayrılalı hem de tee Hindistan’a gitmişim, evimi özlemişim ve 14 gün daha evime gidemeyeceğim öyle mi? Her şey halk sağlığı için, ne yapalım yapacak bir şey yok, durumu kabulleniyorum. Bu arada Selçuk’u da işyerinde istemiyorlar. Ayşe eve gelmeyecek başka bir yerde kalacak, görüşmeyeceğiz demesine rağmen inanmıyorlar. Kesin görüşür bunlar gizli gizli demişlerdir içlerinden. Evet görüştük ama camdan cama, ziyaretime geldi birkaç kez. Evlatlarım da birer kez geldiler sanırım. Dedim ya aile bağlarımız öyle  kuvvetlidir bizim…

Yol arkadaşım Hülya’mın evine gidiyoruz. Evinde hep gözüm vardı Hülya’nın. Çünkü tam deniz kenarında ve havlunu sırtına alıp denize girebiliyorsun. Özenmişimdir bu konfora. Şimdi Hülya’nın evindeyim ama hayalim bu değildi ki…  Evrene mesajı yanlış göndermişim sanırım  hem deniz mevsimi de değil. Dua ederken net ifadeler kullanın yoksa karışıyor haberiniz olsun. Hülya’yla 11 gün önce başlayan Hindistan maceramız, karantina macerasıyla devam edecek. Bakalım nasıl bir ev arkadaşı olacağız birbirimiz için. Ben kurtlu, o sakin, ben uykucu o uykuya fazla zaman harcamayan, ben, beklemiş yemek pek sevmeyen, o beş gün aynı yemeği yiyebilen…

Hadi evi temizleyelim dedim, girişelim her yere. Acelemiz yok önümüzde daha zaman var dedi ama ben baskın çıktım ve  başladık iki koldan. Gün sonuna doğru ben bırakalım dedim, yarın devam ederiz. Fakat Hülya durmuyordu. Gene uranyum içmiş gibi yorulmak nedir bilmedi kadın. Çözmüştüm Hülya’daki olayı, Hülya’da başlama problemi var, başlayamıyor kolay kolay kolay. Başlarsa gerisi geliyor. Ben bıraktım o devam etti. Hani evde biri iş yaparken diğeri tembellik ederse sorun olur ya, Hülya’da olmadı. Sanırım misafir kontenjanından torpilliydim. O bir gayret devam ediyordu ben kanepeme çekilmişken…

Ertesi gün akşam tv seyrediyoruz Hülya’yla. Dedim, oturduğumuz yerde şu cevizleri kıralım. Ayşe iş çıkarma başımıza, yaparız bir ara dedi. “Oturduğumuz yerden tv seyrederken aradan çıkmış olur işte ya” dediysem de kabul etmedi. Tamam dedim ben yaparım. Getirdim cevizleri kırmaya başladım. Ben başlayınca ay iyi hadi dedi o da eşlik etti. Bir süre sonra belim ağrıdı bıraktım. Hülya ise yerde oturmuş ayaklarının arasında bir tepsi, yanında bir çuval ceviz, kırmaya devam ediyordu. Bırak dedim gidip gelip kırarız işte. Dinlemedi ve bitirdi cevizleri. Ben kanepede ayaklarımı uzatmış tv seyrediyorum o yerde, yanında ceviz çuvalları, elinde kıracak “çözdüm ben seni, sen iş yapmayı değil yaptırmayı seviyorsun” diyordu bana. Ya ama bizim evde fındık, ceviz falan kenarda durur, akşamdan akşama kırılır ve birkaç zaman sonra biter çok yorulmadan. Hem belim, bacağım ağrır benim bir süre sonra ara vermem gerekir. Bi çuval ceviz de bir anda kırılmaz ki, kırılmamalı yani…

Çözüyorduk birbirimizi zamanla. Herkesin ev alışkanlıkları farklı.  Ben bütün evler sarı bezli zannediyordum o zamana kadar. Bir evde kapı, pencere neyse sarı bez de odur benim için. Meğerse sarı bezsiz evler de varmış. Ay düşüncesi bile imkansızken şimdi sarı bezsiz yaşamaya mecburdum. Allah başka keder vermesindi tabi. Selçuk, ilk telefonda neye ihtiyacınız var söyleyin  getireyim dedi. “Hayatım sarı bez yok bu evde inanabiliyor musun, acele mutfağa sarı bez lazım” deyip, sarı bez istedim.  Sarı bezle çamaşır selesi yok diye çok söylendim, beni evden atmasa bari. Hayır topak topak kağıt havlu gidiyor mutfakta, yazıktır diyorum, varsılız çok şükür rahat kullan diyor. Zaten bir akşam perde-kalorifer peteği entegrasyonu için fikrimi söyleyecekken “kadın bütün alışkanlıklarıma müdahale ediyor, la havle” diye söylenirken buldum kendisini, sessizce uzaklaşıyordum ki benim evim benim kararım diye kükrüyordu arkamdan. Hayır konuşmadan da duramıyorum ki, çamaşır asmak için bir leğen efendim bir sele neyin olmaz mı arkadaş, yok,  fazla eşya sevmediği için çamaşırları kucağımızda götürüyoruz asmaya, la havle.

Bu arada Wi-fi’ye en ihtiyaç duyduğumuz zamanlardı fakat komşudan alınan internet çekmiyordu. E bende çekiyor işte diyordu Hülya ama bende çekmiyordu. Mutfakta dansöze dönüyorum internet çeksin diye. Sonra  kıydım paraya paketimi yükselttim. Evdeki ergen insanlarını çok iyi anlıyordum artık. Çünkü son günlerde odama çekilip (sağolsun bana oda tahsis etmişti) dizi seyretmeye başladım. Çok zevkli bir şeymiş. E gel salonda seyret diyordu ama odadaki tadı vermiyor ki bu meret. Tam ergen gibiydim. Bir sabah ben mutfaktayken başını uzatmıştı kapıdan, yalnız kalmak istiyorum dedim ya …

Karantinada 14 günümüz güle eğlene geçti işte. Her bir şeyi de yaptık. Yedik, içtik, okuduk, konuştuk, güldük, dans ettik, spor yaptık. Ben kendisinden razıyım Hülya’mın,  umarım o da benden razıdır canım hemşirem…(Ulan gene anane kaçtı içime galiba)…


Yorum bırakın