Acayip Bir Kamyoncu Hikayesi

Üç gündür aklımda olan bir hikayeyi yazmak istiyorum. Hikaye dediysem de gerçek kesit yani. Bu hafta sonu açıköğretim sınavları olduğundan daha erken yazamadım. Hoş sınavlara da pek hazırlandığım söylenemez. Geçen yıl bir heves, ikinci üniversite olarak felsefe bölümüne kayıt yaptırdım ve not benim için asla önemli değil ben felsefeyi öğrenmek istiyorum diye gayet idealist başladım. Önceki yılların sınav sorularına bakmayacağım, bu kolaycılık olur, ben okumak, anlamak istiyorum dedim. Allam yazarken bile kendimle gurur duydum şimdi. İlk birkaç ünitede okuyup not bile aldım. Sonra işte malum, sırayla ünite özetleri ve sonra sadece sınav sorularını gözden geçirmeye kadar vardı benim iş. Bu hafta sonu da sınavlara hazırlanmadığımı Teo’nun (liseye giden büyük oğlan ) yanında söyleme gafletinde bulundum. Dersleriyle ilgili şu sıralar sıkıntı yaşadığımız Teo, annesine laf çakmaktan geri durmadı ve “tabi sen belli bir yaşta olduğundan, kendi kararlarını vermekte özgürsün” dedi. Neyse bunu geçiyorum şimdilik.

 

Asıl konu, birkaç gün önce dost muhabbetinde Sarıkamış’tan Sinopa’a taşınma hikayemizin geçmesiydi. Baya maceralı bir taşınma olayımız olmuştu o yıllarda. O yıllarda diyorum çünkü 12 yıl öncesiydi. Aslında Sinop’a tayinimizin çıkması da epey dolambaçlı ve enteresan bir olaydı ama onu yazmayacağım. Yazacağım şey basit bir nakliye kamyonu ayarlayıp eşya taşıma olayı.

 

Neyse bizim tayin çıktı, işyerinde işlerimizi bitirdik ve eşyaları toplamaya başladık. Bizim bey (Selçuk) kamyon ayarlayacak. Kamyonu ayarladım dedi o gün. Yalnız Erzurum’da sanayideymiş birkaç günlük işi varmış. Siz siz olun anlaşma yaptığınız kamyoncunun kamyonunu önceden görün. Tamam dedim, zaten eşyaları topluyoruz, giriştik paket yapma işine. Kamyoncunun bize gelirim dediği gün geldi. Biz son eşyaları da sabah erkenden paketleyip, çıkışa hazır vaziyette bekliyoruz. Eşyaları yükleyip, peşine de biz çıkacağız. Fakat kamyoncu yok ortada. Arıyoruz. Erzurum’da işi bitmemiş, yarın diyor. Nasıl olur, bugün dedin, biz donumuza kadar paketledik bekliyoruz. Elde olmayan sebeplermiş falan filan. Canımız sıkıldı tabi ama olsun dedik geç olsun güç olmasın. Ne var birkaç parça eşya açar bekleriz bir gece daha. Ertesi gün oluyor, kamyoncu gene yok. Bu arada babamlarla günlük telefonlaşıyoruz. Taşınacağımızı zannettiğimiz ilk günden itibaren “baba, bu gün yola çıkıyoruz” lar, “baba nasipse işte, kısmette varsa, yani kamyoncu gelirse yola çıkacağız” a kadar değişiyor. Geçmiş gün net hatırlamıyorum ama bizim kamyoncuyu 2-3 gün bekliyoruz işte. Her sabah, işte o sabah bu sabah heyecanıyla bekliyoruz. Neyse bir sabah kamyoncu geliyorum hazır olun diyor. Hazır olmaz mıyız hacı ne diyon, hiç olmadığımız kadar hazırız sen gel yeter ki.

 

Komşular falan hepimiz lojmanın bahçesinde bekliyoruz. Sarıkamış’taki evimiz dik bir yokuşun sonunda. Hatta kışın çoğunlukla araç zor çıkıyor. Dur kız aklıma ne geldi. O zamanlar eski model bir opel vectra’mız vardı. O kadar soğuk olurdu ki araba marşa direk basınca çalışmazdı. Selçuk (bizim bey, artık biliyorsunuz) alet çantasıyla bizden önce çıkar, buji ısıtma işlemi yapardı. Buji ısıtma dediysem onun anlattığı kadarıyla işte yoksa bana göre alet çantasıyla çıkıp arabada bir iki işlem yapıp, işlem tamam gelebilirsiniz derdi. Konuyu dağıttım gene, ne diyordum, cümbür cemaat kamyoncuyu bekliyorduk lojmanın bahçesinde. Lojman yokuşun sonunda ve kamyonun son bir viraj alıp gelmesi lazım. Önce sesi geliyor har har har, sonra kamyon tıslaya tıslaya alıyor son virajı ve nefes nefese duruyor, tısss diye.

 

Kamyoncu, kamyon diyor ama değişik bir şey gelen. Aklımda olan kırmızı bir kasası var sadece. Üstünde tente bile yok, dökülüyor. Kim bilir 65 model falan olabilir. Taşınmaz ki bu kamyonla yük. Herkes itiraz ediyor olmaz diye. Kamyoncuya kaparo da vermiştik. Ver paramızı sen yoluna biz yolumuza diyoruz. Param yok diyor. Hay Allah , o kadar gün beklediğimize mi yanalım, parayı verdiğimize mi, bir gün daha kalacağımıza mı yanalım bilemiyoruz. Adamdan parayı alamıyoruz, adam da tesadüf Sinop’lu (Boyabat İlçesinden) Sinop’ta veririm diyor. Mecbur başka çare yok. Sonra o parayı da tam almıyoruz bu arada.

 

Tekrar kamyon aramaya başlıyoruz. Selçuk, çok güzel bir tır buldum diyor, hem gördüm bu defa gözlerimle, kapalı kasa, son modellerden, eşyalarımızı güvenle taşıyabiliriz. Toplanmış evde kaç gün daha kaldık hatırlamıyorum o zamanlar. Sağ olsunlar komşularda vakit geçiriyoruz hep ama sıkıntılı bir durum neticede. Hasılı yeni bulduğumuz son model tırımız geliyor kapıya. Hem yokuşu da tıslamadan çıkıyor, çok mesuduz. Babam arıyor. Babacığım kamyon geldi, eşya taşıyacak olanlar da hazır, hatta şu an çiçeklerimizi taşıyorlar. Sizden aldığım koca Benjamin ellerinde şimdi, diyorum. Çok şükür kızım hadi kolay gelsin diyor babacım. Kısa bir süre sonra bizim Benjamin tırdan geri geliyor. Ne oluyor kuzum allasen, çiçek taşımıyor muymuş bizim kamyoncu.

 

Allam biz buradan taşınamayacağız vaz mı geçsek, kamyoncu ben Silopi zannettim, Sinop’a eşya götürmem demiş. Nasıl olur neden diyoruz. Oradan dönüşte eşya bulamam ben diyor. Biraz fazla para versek, yok olmaz diyor, fazla para da verseniz götürmem, boş dönerim oradan, çift taraflı eşya taşıyorum ben diyor. Şaka mı bu ya, kamyona yüklenen 3-5 parça eşya tekrar geri geliyor. Bu defa babamı ben arıyorum, yine  olmadı, diyorum, Silopi zannetmiş. Anlatmakta zorlanıyorum tabi. Ne desin adamcağız üzülmeyin diyor. Selçuk’cuğumun da diksiyonu fena değildir ama kelimeyi mi yuvarladı söylerken acaba. Sinop da Silopi’ye nasıl yuvarlanır ki.Selçuk’cum, alkol var mıydı alkol😁

 

Bizim mehil müddeti de geçiyor bu arada.(Bilmeyenler için mehil müddeti, memurlara tayinleri çıktığı zaman verilen 15 günlük taşınmaz izni) .

 

Bizim bey gene gidiyor kamyoncu ayarlamaya. Hadi bakalım pek güvencim kalmadı ya neyse. Bu arada Adana’dan Sarıkamış’a taşınırken ayarladığımız kamyoncu da rahmetli olmuştu, o aklıma geldi. Selçuk adamla anlaşıyor işte belirli bir tarihe, benim adamı bir yoklayalım ısrarım üzerine günü gelmeden adamın işyerine uğruyor ve rahmetli olduğunu öğreniyor.

 

Ne diyordum, Selçuk kamyoncu aramaya gidiyordu işte. Buldum bu defa gerçekten buldum diye dönüyor. Sinop diye üstüne basa basa söyledim, tamam dedi, hem tır gibi bir şey kocaman. Gerçekten mi diyorum, yola çıkmadan inanmam. Valla bak diyor, hissediyorum bu defa olacak. Hem de hemen ertesi güne. Ama adam eşyaları iki gün sonra getirecek, başka bir yük çıkmasını mı bekleyecekmiş yoksa bulmuş da onu mu alacakmış tam hatırlamıyorum. Ertesi gün eşyaları yükleyip biz arabamızla yola çıkıyoruz. Kamyoncu ve bizim eşyalar kalıyor. Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Sinop’a varıyoruz. Arada Giresun’da kalıyoruz. Hem o gün biraz geç çıktığımızdan hem de nasılsa eşyalar iki gün sonra gelecek diye. ,

 

Sinop’a varınca adamı arıyoruz, ulaşılamıyor. Hayır canım olamaz, bu kadar da değil. Şehirde bir otel bulup yerleşiyoruz. Kamyoncunun iki gün sonra geleceğini biliyoruz ama ulaşılamayınca merak ediyoruz tabi. Sonra ne zaman ulaştık hatırlamıyorum ama bir şekilde ulaşıyoruz ama bu hemen olmuyor tabi. Neyse ki ilk etabı atlatıp gelmişiz en azından, öyle düşünüyoruz.

 

İki gün sonra kamyoncu geliyor ve nihayet mehil müddetimizin ikinci haftasında eşyalarımızı indiriyor ve geceyi yeni evimizde geçiriyoruz. Şimdiye çoktan yerleşip bu haftayı kumsalda geçiriyor olmalıydık ama olsun, 12 yıldır her bir tarafı deniz olan bu güzel kentte sürekli sahildeyiz zaten.

 

Sinop’u hiç bilmiyordum, hiçbir bağım yoktu, Selçuk’un da öyle. Buraya gelişimiz de tayinimiz çıkması kadar enteresandı. Kader diyebiliriz. Eski Samsun Sinop yolundan ilerlerken Sinop’u uzaktan önümüze çıkaran son virajı geçip de gördüğüm andan itibaren, bu şehri sevdim. Bu yaz 12 yıl bitecek bu şehirde. Hayat yolculuğumda bir çok şeye tanıklık eden şehir, bu şehir. Daha ne kadar burada kalırız bilemiyorum ama hafızamda hep kalacak olan şehir. Dostlar biriktirdiğim şehir, büyüdüğüm şehir, şimdilik büyümeye devam ettiğim şehir…

 

 


Acayip Bir Kamyoncu Hikayesi’ için 3 yanıt

Yorum bırakın